
Bu sabah yine ofisteki masama oturdum. Az sonra başlayacak toplantıya, koştur koştur gitmem gerekecek ama masam bana bakıyor, ben ona bakıyorum. O hâlâ dağınık, sürekli onu toparlamayı erteliyorum.
Masamla aramızdaki ilişki biraz toksik olabilir ama idare ediyoruz. Zaten herkes alıştı, kimse sorgulamıyor. Sonuçta bir insanın hayatında düzenli kalan tek şey masasıysa, o kişi muhtemelen hayattan çok az şey bekliyordur.
Evdeki masam da öyle. Peki buradaki beklentim ne? Masam dağınık. Peki bundan ne bekliyorum? “İnsan daha çok yazıyordur” diyebilir miyim?
Sanırım kendi tezimi çürüttüm!
Günlük hayat! Günlük hayat dediğim de öyle büyük şeyler değil. Mesela sabah masanın kenarında buram buram tüten ofiste yapılmış filtre kahvemi feda edip, sabah çayıma limon sıkıp “Bugün daha sağlıklı olacağım,” diyebilirdim. Aç da kalmazdım mesela, gidip bir şeyler alırdım. Ama kahvaltı için aklıma gelen her şey hamur işi. Daha sağlıklı olmak için yemedim elbette.
Sonra yukarılardan bir ses: “Niyetin güzel ama kararlılığın tartışılır.”
Bu ses sanki kaybettiğim diğer benliklerimden biri… ama bir şizofreni sanrısı oynamaktansa “ilahi bir ses” diye düşünmek herkes için daha mantıklı.
Sabah sokağa çıktım, kaldırımdaki kediler bile benden daha düzenli, benden daha planlı. Biri güneş gören yeri kapmış, diğeri de sıkışık sokakta arabaların nasıl geçtiğini inceliyor. Arada bıkmış gibi esnedi. Onlara bakınca düşündüm:
Belki de hayat biraz kedi gibi yaşanmalı — istediğin yere yat, gereksiz yere panik yapma; karnını doyuran biri elbet olur. Biri seni seviyorsa, zaten gelir başını okşar.
Gün içinde dikkatimi çeken küçük şeyler oldu. Starbucks sırası, markette indirimli ürünün “gerçekten” indirimli olup olmadığını Google’dan kontrol eden kadın… Aslında hepsi aynı insanlar olabilir. Plaza denen dikine binaya girince insanın tavırları falan değişiyor.
İndirimi telefondan didikleyen kişi şimdi elinde kahvesiyle “Şekerim, Starbucks kahvesi içmeden ayılamıyorum,” modunda. İşte gerçek bilgelik:
Hayatta her şey sorgulanmalı; özellikle 50 kuruş indirim vaat eden etiketler ama prestij veren kahve hariç. Ona dokunma o kutsal.
Bazı günler kendimi çok derin düşünceler içinde buluyorum:
“Bu evren neden var?”
“Ben neyin peşindeyim?”
”Burada ne işim var?
“Buzdolabını neden 10 dakikada bir açıyorum?”
”Yemek söylemek için uygulamalarda harcadığım zaman… hayırdır?”
Bazen cevapları buluyorum; bazen de buzdolabı ışığının aydınlığında kayboluyorum. Garip bir kokusu oluyor, ama olsun. Bunlar felsefi sorular sonuçta.
Felsefe dediğin şey zaten “büyük sorular ve abuk sabuk zamanlarda gelen minik aydınlanmalar” değil mi?
Akşam oluyor. Bu kez de evdeki yazı masama dönüyorum. Hani söylemiştim ya bir diğer dağınıklık. Günün içinden topladığım bu küçük parçaları önüme koyuyorum. Artık hiçbir şey komik gelmiyor ama bana komikmiş gibi gülüyorum.
Çoğu anlamsız, bazıları tuhaf, bazıları da hiç beklemediğim kadar dokunaklı… Ve bu tuhaflıklar yığını arasında, o “derin” sorularıma cevaplar aramayı bırakıp, sadece ne bulduğuma baktım.
Sonra hepsini birleştirince fark ediyorum, eh, illa bir felsefi çıkarım yapacağım: Yaşam, aslında küçük detaylar tarafından yönetilen büyük bir tuhaflıklar bütünü. Ve belki de bizim bütün derdimiz, o zaman zaman gereksiz görünen küçük ayrıntılara biraz daha dikkat etmek. Çünkü hayatın en güzel anları çoğu zaman tam bakmadığımız yerlerde duruyor.
Şimdi masamı toplayayım. Yarın da ofistekini de toplarım. Ama önce şunu bir halledeyim.
Sonrası?
Sonra büyük bir ihtimalle toplamayacağım.
Resül Efe sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.