İçeriğe geç

Hakkımda

1980 yılında Samsun’un Bafra ilçesinde doğdum. Bilen bilir, Karadeniz’in o durgun görünen ama derin derin akan hâlini… İlk, orta ve lise eğitimimi Bafra’da tamamladım. Okumaya erken yaşta başladım. Hatırlıyorum da, ilk okuduğum kitap Halide Edib Adıvar’ın Seviye Talip’iydi. O küçük yaşta neden o kitabı seçtiğimi hâlâ bilmiyorum. Zaten okumam da çok uzun sürmüştü. Ne anlatıyor deseler, muhtemelen o zaman da bir cevap veremezdim.

Sonra önüme ne geçtiyse okumaya başladım: Meydan Larousse, Anabritannica, Ana Yayıncılık ansiklopedileri… Gazetelerin kuponla verdiği kitaplar, İslam, Hayat, Cumhuriyet dergileri… Klasikler kadar “beyaz diziler” de vardı rafımda. Derken bir gün Stephen King girdi hayatıma; işte o zaman o klasik okuma alışkanlığım başka bir yöne kaydı.

O dönem sadece okumuyordum; sürekli izliyordum da. Video kaset kiralama dükkanlarının gediklisi olmuştum. Sinema ve hikâye anlatıcılığına dair her şey beni cezbediyordu. Bütün bunlar, sanıyorum yazma dürtüsünü tetikledi. İçten gelen bir şeydi. Büyüklerim, çocukken diğer çocukları etrafıma toplayıp hikâyeler uydurduğumu anlatır. Sonra yazmaya başladım. Bilinçsizce. Bir süre sonra fark ettim ki, yazmak benim için bir terapiye dönüşmüştü. Ara ara bıraksam da hep geri döndüm.

Meraklı bir çocuktum. Okumaya ve yazmaya duyduğum ilgiyle birlikte teknolojik cihazlara da merak salmıştım. Onları sadece kullanmakla kalmaz, nasıl çalıştıklarını da kurcalardım. Çocuk aklımla kabloları, ekranları söküp takar, yeni bir şeyler üretmeye çalışırdım. Bu uğurda mahallenin elektriklerini bile göçerttiğim olmuştu. Bilgisayarla erken tanıştım ve yaygınlaşmaya başladığında ilgim iyice bu alana kaydı.

Zamanla bu iki ilgi — yazmak ve teknoloji — hayatımın iki ayrı ama iç içe geçmiş hattı oldu. Lisede elektronik okudum. Ardından üniversiteye geçtim, yine teknoloji alanında öğrenim gördüm ve mesleki hayatım da bu çizgide ilerledi. Ama yazı hep oradaydı; bir kenarda değil, içimde.

Üniversite yıllarında arkadaşlarla fanzinler çıkardık, dergi hazırlıkları yaptık. Kimisi kısa sürdü, kimisi hiç başlamadan bitti ama her biri bir şey öğretti. Ardından kısa film denemeleri geldi; onlar da aynı kaderi paylaştı — kısa ama öğretici. Galiba biz, üretirken en çok öğrenenlerdendik.

2006 yılında “Kişisel Depresyon Anları” adlı blogumu açtım. En uzun soluklu işim bu oldu. Şimdi kendi alan adıma taşıdım ve hâlâ devam ettiriyorum. Kendime, hayata, insana dair ne varsa yazıyorum oraya. Bazen kısa, bazen uzun. Bazen düzensiz ama hep içimden geldiği gibi.

Zamanla hayatın tekdüzeliğine kapıldım. Kalabalık bir semtten ayrılıp sakin bir yere taşınınca, içimde bir şeyler dürtüklemeye başladı. Gündelik olanın ağırlığı çöktü üzerime. O noktada yazmak artık bir hobi değil, bir ihtiyaç hâlini aldı. Kalemi daha sık elime almaya başladım. Müjdat Gezen Sanat Merkezi Akşam Okulu’nun Yaratıcı Yazarlık kursuna katıldım. Kurgu, karakter, yapı, ritim derken yazının içini de dışını da kurcalamaya başladım.

2020 yılında ilk kitabım Bir Sonraki Ölüme Kadar (Edisyon Kitap) yayımlandı. Ardından iki yıl boyunca Öykü Gazetesi’nin yayın kurulunda yer aldım. Bir yandan da B-Movie ve gore sineması gibi ilgimi çeken alanlara yöneldim; bu konuda çeşitli mecralarda yazılar yazdım, atölyeler düzenledim, tutkumu paylaştım.

Hâlâ bir şeyler üretiyorum, kelimeler çoğalıyor. Yazmak benim için bir sığınak, bir başkaldırı ve bazen sadece bir nefes.

Belki siz de bu satırların bir yerinde kendinizi bulursunuz. Bulmazsanız da sorun değil. Çünkü ben yazmaya, bir ihtimalle yollarımız kesişir diye devam ediyorum.

Abone ol