Bakıyorum döndüm dedikten sonraki yazım yaklaşık bir ay sonra geliyor. geçen sefer de aynı tabiri kullanmışım. Aslında tam bir ay sonra yazsam daha makul olurmuş.…
Yorum BırakResül Efe Yazılar
Bir on gün daha yazmasam bir ay olacakmış. Gerçi kaç on atlattım o da ayrı bir mesele. Ben yine bıraktığınız yerdeyim. Boş vaktimi film ve…
Yorum BırakNerede kalmıştık. Aslıda ben hatırlıyorum sadece sizi denemek için sordum. Ben yazıya sadece 22 saat sonra devam ediyorum ancak bunu 160 saatten önce yayımlamam diye…
Yorum BırakB-Gore serisini bitirdikten sonra blogda bir boşluk oldu farkındayım. Tabii yazmayıp eldekileri kullanırsan onlar da bir yere kadar idare edecek. Bu ara yazmakla ilgili sıkıntımdan…
Yorum BırakEğlenmeye, gülmeye muhtacız azizim. Bunlara muhtacız muhtaç olmasına da dünyada sürekli devri daim eden kötülük ne yazık ki bizim eğlenip gülmemize bir türlü sebep olmuyor. Tabi bu duruma bir diğer sebepte biz insanların gereksiz kasıntıları. Bunu daha popüler bir tabiri ile ifade etmek gerekirse “duyar kasmaları” bizim bir türlü eğlenmemize olanak sağlamıyor. Kahkahalarımızın ardında hep hüznün olmasına ya da önlerine birer bariyer sermenize sebep oluyor. Bu durumda maalesef bu hayatta iki yüzlü olmamıza kendimiz olamamamıza sebep oluyor. Belki de toplumumuzun en büyük sorunu bu.
Hal böyle olunca ben de size evde köşe bucak saklanarak güleceğiniz (!?) bir hikaye anlatmak istedim. Hikayemizin ana kahramanı ise yine yine bizi bu iki yüzlülüğe iten kötülerden biri. Gerçi ben bu konuda biraz tereddütteyim. Bu kahramana bir Robin Hood mu demeliyiz yoksa… En iyisi ben hikayemizi anlatmaya başlayayım ve kararı hep birlikte verelim.
Dr. Goldfoot and the Bikini Machine

Efendim hikayemiz 60’ların San Francisco’da geçiyor. Giydiği pardösünün altında ne olduğunu merak edebileceğiz türden güzeller güzeli bir kadın sokakta yürümektedir. Ama bu kadına araba çarpar bir şey olmaz, banka soyan hırsızların kurşunlarına maruz kalır bir şey olmaz. Şimdi diyeceksiniz ki bu kadın nasıl kadın? Şimdi spoiler vermek gibi olmasın ama kadın bizim Dr. Goldfoot’un yaptığı robotlardan biri.
He, şimdi aslında kendi yazacağım yazının spoilerini verdiğim için nasıl devam edeceğim konusunda bir tereddüte düştüm. Durun şöyle devam edelim zaten her şey karma karışık oldu.
Şimdi bu kadın aslında 11 numaradır. Yani Dr. Goldfood’un yaptığı on birinci robot. Bu robotların hikayesi de şudur. Dünyanın en kötü ve zeki bilim adamlarından olan Goldfood gizli üssünde yarattığı bu güzel ve seksi robotlarla dünyadaki tüm zengin iş adamlarını tavlamakta ve adamın tüm mal varlığını bu robotların sayesinde üzerine geçirdikten sonra onları başka avlar için programlamaktadır. Yani aslında bizim büyük kötünün olayı bu. Vizyonu dar. Öyle bir teknoloji yarattıktan sonra gideyim de dünyayı ele geçireyim, uzaya koloni kurayım gibi dertleri yok. Goldfoot öyle bildiğiniz karanlık kötülerden değil. O diğer kötüler nedir arkadaş, yok öldürelim asalım keselim.
Biraz da Goldfoot’u tanıyalım. Öyle derinlemesine bir adam değil bu adam. Gayet düz mantık düşünen bir karakter. Mesela altın ayakkabı giymeyi seviyor ve bu sebepten dolayı adına da Goldfood demiş. Öyle komplike bir karakter yok karşımızda. Tabii ki bu kötülük aileden geliyor ve o sadece kötü bir ailede yetişmiş bir çocuk olarak ailesinin mirasına layık olmaya çalışıyor. Çok kafam karıştı şu an. Bildiğin hayırlı evlat bu ya hu!
Yorum BırakGün geçmesin ki dünyamız istilalar altında kalmasın. Bunlar çeşitli duygusal tatminlerin istilası olmakla birlikte maalesef bu dönem gördüğümüz gibi virüs istilaları da olabiliyor. Ancak hepimiz tüm bu sorunlarının özünün insan olduğunu biliyoruz. Yakıyor yıkıyor kendine göre bahaneler uyduruyoruz. Ben ve benim gibi küçük bir kısım da uzaylıların gelmesini bekliyor. İşte şimdi size uzaylılar dünyamıza geliyor ve istilaya başlamadan önce yine Amerika’mızın güzide kasabalarından birinde direnişini anlatan bir hikaye anlatacağım. Ancak bu uzaylı istilacıların her biri birer kanun kaçağı. Hangi kanun, hangi düzen, hangi dünya diye sormayın. Belki TrES-4’den belki de Epsilon Eridani b. Ne önemi var ki? Önemli olan dünyamızı istila etmeye çalışmaları.
Allien Outlaw

Şimdi ben istila, istila deyip durdum ama bu adamların pardon uzaylıların yaptıkları pek istilaya girer mi bilemedim. Öncelikle neden varlar onu bilmiyorum bir diğer husus ise, dostum bu uzaylılar mükemmel silah kullanıyorlar. İşte şimdi aklı selim düşününce bu adamların uzaylı olup olmadığı konusunda da tereddütlerim çıktı ortaya. Pekala aynı dünyanın geleceğinden ya da açılan paralel evren kapısından geçip gelmiş olabilirler. Bu yazı da ne teoriler uçuyor değil mi? Durun durun daha siz hiçbir şey görmediniz yani okumadınız. Belki görmek istemezsiniz o konuda bir şey diyemeyeceğim. Ama ailenizin anlatıcısı ben -aile burada pek uygun kaçmadı değil mi?- size görmediklerinizi anlatmak için varım.
Her şey bir yaz günü gökyüzünde etrafa ışıklarını dağıtarak ortalıkta dolanan UFO’nun gözükmesiyle başlıyor. Sonra sanıyoruz ki bu UFO bir yerlere iniyor. İşte bu arkadaşları uzaylı sanma sebebimiz bu aracın gözükmesi. Gerçi araçları pekala diğerleri de gitmiş olabilir. Sonra bu UFO karesi ile eski model Amerikan arabasının karesi arasında soldurma efektli bir geçiş olduğunda anlıyoruz ki bizim uzaylılarımız burada. O esnada evin kapsından elinde bavulla patronunun Luciano Pavarotti olduğunu iddia eden bir adam çıkıyor. Şöyle adama bir göz gezdiriyorum ama olsa olsa Pavarotti’nin koruması olur. Ben elinde hiç müzik aleti görmedim. Elinde kocaman bir silah hem de bunu vücuduna asmış. Pavarotti neden böyle bir koruma tutsun ki? İlk dakikadan aklıma takılan bu soru işaretleri nedir?

Coğrafya…
Geçtiğimiz günlerde Ferhat Uludere’nin Palyaçodan neden korkarız? yazısını okuduktan sonra ben de bu ilginç yazıya referans olabilecek bir film anlatayım dedim. Tabi durum böyle olunca sepetimde altlarda duran bir yazıyı hemen üstlere doğru çıkardım. Lanet olsun ki bu çok da zor olmadı. Neden mi alt sıralardaydı sorusuna ben de soru ile karşılık vereyim: Palyaçolardan neden korkarız ya da korkar mıyız? Aslında bu soruya tam anlamıyla verecek bir cevabım yok. Hani korkmak demeyeyim de çok fazla haz etmem kendilerinden. Düşünsenize daha dünya gözü görmeden, okuyup izledikleri ile palyaçoları tanımış bilmiş bir insanım ben. Daha ne bekliyorsunuz? Tabii bunda en büyük pay Stephen King’e ait. Bunu da belirtmeden geçmek istemiyorum.
Killer Klowns from Outer Space

Filmimiz 1988 yapımı ve adından da anlaşılacağı gibi palyaçolarımız var ve bunlar, yeryüzündekiler yetmemiş gibi bir de uzaydan gelmişler. Ama yeter mi? Uzaydan geldikleri de yetmezmiş gibi üstüne üstlük katiller. Ben bir aşureyi biliyorum bu kadar karışık malzemeli ve harika kombinli olarak. Sağ olsunlar bir de bunu eklediler üzerine.
Filmi yıllar önce izlemiştim. Zaten vakti zamanında, bu filmi izlemeyen yoktur diye düşünüyorum. Ha, hatırlamıyorsunuzdur o ayrı konu. Neden mi bu kadar eminim, çünkü filmin Türkçe dublajlısı var. Tabii benim bundan haberim yoktu. Madem yazacağım oturayım baştan izleyeyim, bir de yaş kemale ermeye çalışırken hangi bakış açsıyla filmi değerlendiririm diye düşünürken filmin Türkçe dublajlısına rastladım. Yani şimdi “yaş kemale ermek değimi” ile benim yazdığım bu filmleri bağdaştırmaya çalışmayın bunu başaramazsınız. Baştan söyleyeyim dedim.
Filmin Türkçe dublajlısını görünce bari onu izleyeyim dedim. Sanırım ilk izleyişim olacaktı ya da dönemin televizyon kanallarında izledim de hatırlamıyorum. Zaten bu filmler isimlerinden başka bir şey bırakmıyor akıllarda. Durun düşününce kendimi yalanladım şimdi. Nasıl çok kararlıyım değil mi?
Bir türlü filme giremedim değil mi? Bilinçaltım mı uzatıyor bilmiyorum. Yok yahu palyaçolar var diye uzatmıyorum işi yanlış anlaşılmasın.
Neyse, kara verdim ve izlemeye başladım. Aman Allah’ım ben nasıl böyle bir dublaj şaheserini kaçırmışım bilmiyorum. Resmen kendimi paraladım izlerken. Fevkaladenin fevkinde bir dublaj vardı filmde, kesinlikle tavsiye ederim. Yani böyle o dönemin yerli filmlerinin diyalogları ve gündelik sohbetleri desem ama değil. Gözümü kapattığımda farklı bir dünya, açtığımdaysa farklı bir film karşıladı beni.
Yorum BırakUzun başlığı attıktan sonra tüm meramı anlatmışım gibi bir boşluğa düştüm aslında. Ne yazardım ki? Ucunu o kadar açık bırakmıştım ki yazının, olayın, hikayenin nereye…
Yorum BırakEvet, aslında bunları daha önce okumuş ve Instagram’da paylaşmıştım. (Bu Instagram da çok oldu ama) Sorma dedim ki burada da olsun. Hem neden olmasın ki?…
Yorum BırakBlog iyice film bloguna döndü. Zaten istatistiklere baktığımda da genelde filmler ön planda. Yıllardır bir şeyi yanlış yaptığım kesin ama hala ne olduğu konusunda emin değilim. Emin gibiyim ama bunu ispat edemem. Yanı söyle söyleştiğimi, video yapan insanlar o kadar iş tutturuyor ki on beş senelik blogda ben bunu beceremedim. Bunun sebebi memleketimdeki insanların okumaması mı yoksa benim bunları üne kavuşturacak kadar ünlü olmamam mı?
Neyse bir ses efektiyle geçiyoruz. Eh video çekmiyorum diye böyle fışşşııt bam diye efekt sesi yapmayacak değilim. Bu arada bam diye bu sitemkar adamın gidip ceketli papyonlu memleketimin tv stüdyolarında pardon evinin bir köşesinde yorum yapan bir adamı düşünün. Heh işte o.
Şimdi aslında ben bunları Instagram’da yazmıştım. (Son dönem bunu çok yapıyorum değil mi? Ama ne yapayım, her şey orada dönüyor. Gerçi burası için de bazı kaygılarım var. Neyse papyonlu halime dönüyorum.) Ona şuradan ulaşabilirsiniz Mesela beğenip, takip de edebilirsiniz. (Tam youtuber gibi oldum değil mi? Yapacağım bu işi.) Blog’da olsun diye buraya da ekleyeyim dedim ve belki de bazı eklemeler yaparım diye düşündüm. (İçimden bir ses sürekli gevezeliğe devam et diyor. Yazmıyorum yazmıyorum, sonra da durduramıyorum kendimi. Neden bu işkencem?)
En iyi film ve en iyi animasyon olarak iki bölüme ayırdım. Ve benim seçimlerim en sonda yer alacak. O zaman başlayalım.