İçeriğe geç

B-Filmlerden Öğrendiğim 5 Şey

Çoğumuzun “kötü” diyerek burun kıvırdığı, elimizin tersiyle ittiği o yapımlar. Sinemanın üvey evlatları… B-filmler. Genellikle sinema tarihinin en kötü örnekleri olarak anılır. Ancak o “kötülük” perdesinin ardında, herkesin göremediği hazineler barındırır: Yokluk içindeki yaratıcılık, içtenlik, hesapsız bir eğlence ve sarsılmaz bir inanç.

Plastik maketlerle verilen uzay savaşları, kartondan kaleler, domates püresinden fışkıran kanlar… Hepsi bize, insanın istediği zaman neler başarabileceğini o saf çocuksu yaratıcılıkla tekrar tekrar hatırlatır. Ve tüm kusurlarına rağmen, bir şekilde hafızalarımıza kazınmayı başarırlar.

Benim için B-filmler yalnızca düşük bütçeli, basit yapımlar değil, aynı zamanda hayata dair paha biçilmez derslerdir.

1. Mükemmeli Bekleme, Elindekini Kullan: Yaratıcılık Yoklukta Parlar

B-filmlerin alametifarikası düşük bütçeleridir. Yönetmenlerin elinde çoğu zaman ya çok az kaynak vardır ya da hiç yoktur. Bir kamera bulan birkaç arkadaş toplanır ve kendi imkanlarıyla hikâyelerini anlatmaya koyulur.

Ed Wood’un “tarihin en kötü filmi” olarak anılan yapıtı Plan 9 from Outer Space (1959)’i düşünelim. Filmdeki mezar taşları kâğıttan, uzay gemileri ise oyuncak uçan dairelerden yapılmıştır. Ama bugün, onca “mükemmel” filme rağmen hâlâ konuşulan odur. Bizden örneklere bakalım: Dünyayı Kurtaran Adam‘da pervasızca kullanılan Star Wars görüntüleri… Turist Ömer Uzay Yolunda‘da ıslıkla yapılan kapı açılma efekti… Bu “yokluklar”, onları bir neslin hafızasına silinmez bir şekilde kazıdı.

Öğrendiğim: Elindekinin gücünü küçümseme. Mükemmeli aramak, çoğu zaman başlamamak için en güzel bahanedir. O yüzden durma, sadece yap.

2. Pürüzsüz Olan Çabuk Unutulur: Kusurların Senin İmzan

B-filmlerin senaryoları mantık hatalarıyla doludur, oyunculuklar abartılıdır ve kurgu bazen nereden nereye atladığını şaşırtır. Diyaloglarda derin felsefeler aranmaz. Ama işte tam da bu kusurlar ve bu sadelik, onları başka hiçbir şeye benzemeyen özgün bir yere koyar.

The Toxic Avenger (1984) filminde, bir temizlik işçisi kimyasal atık dolu bir varile düşünce mutant bir süper kahramana dönüşür. Bu absürt fikir o kadar çok sevildi ki devam filmleri ve çizgi dizileri talk show’ları yapıldı. Saçmaydı, ama unutulmazdı. Cüneyt Arkın’ın Kara Murat: Fatih’in Fedaisi (1972)’nde yay üzerinde zıplayarak düşmanlarını devirdiği o efsanevi sahneyi kim unutabilir? İşte bu kusurlar, bu filmleri “kült” yaptı.

Öğrendiğim: Kusurlarını bir zayıflık olarak görme, onları karakterinin bir parçası yap. Çünkü pürüzsüz olan her şey birbirine benzer ve çabuk unutulur.

3. En Büyük Korkular, En Basit Gölgelerden Doğar

B-filmler, izleyiciyi korkutmak için en basit ve ucuz yolları dener. Bu da aslında ne kadar temel ve basit şeylerden korktuğumuzu yüzümüze vurur. Ölüm, yalnızlık, bilinmeyen ve “tuhaf” olan… Bu filmler, en ilkel duygularımıza seslenir.

Sam Raimi’nin Evil Dead (1981) filmi, ormandaki bir kulübede, birkaç basit makyaj ve kukla ile nasıl devasa bir gerilim yaratılabileceğinin kanıtıdır. Yarattığı atmosfer bugün bile ürkütücüdür. Bizdeki Exorcist uyarlaması Şeytan‘ı (1974) da unutmayalım. Efektleri bugün komik gelebilir ama çocukken izleyen neslin travması olmuştur.

Öğrendiğim: Korkularınla savaşmak için devasa silahlara ihtiyacın yok. Bazen onlara yakından bakmak, hatta onlarla dalga geçmek, onları yenmenin en etkili yoludur.

4. Kült Olmak Popülerlikten Daha Kalıcıdır

B-filmlerin çoğu vizyona bile giremedi, şanslı olanlar video kaset dükkânlarının raflarında keşfedilmeyi bekledi. Popüler olamadılar ama zamanla birçoğu “kült” mertebesine erişti.

Re-Animator (1985), çıktığında “ucuz Frankenstein taklidi” diye alay konusu olmuştu. Bugün ise korku ve bilimkurgunun en yaratıcı harmanlarından biri olarak kabul ediliyor. Tarkan: Viking Kanı (1971) filmindeki ahtapot sahnesinin “saçmalığı”, bugün nesilden nesile aktarılan bir eğlenceye dönüştü.

Öğrendiğim: Anında alkışlanmayı bekleme. Gerçek değer, zamanın filtresinden geçerek anlaşılır. Bugün yadırganan bir fikir, yarının manifestosu olabilir.

5. Hayat Zaten Biraz da Abartı Değil mi?

Aslında hayatın kendisi de biraz abartılı değil midir? İnanılmaz tesadüfler, son anda gerçekleşen kurtuluşlar, trajikomik anlar… B-filmler de tam olarak böyledir. Fışkıran kanlar, uzadıkça uzayan dövüş sahneleri ve teatral çığlıklar, aslında hayatın abartılı doğasının bir yansımasıdır.

Peter Jackson’ın sinema tarihinin en kanlı filmlerinden biri olan Dead Alive (1992)’ı, bu abartıyı bir tiksinti nesnesi değil, bir eğlence aracına dönüştürür. Kilink İstanbul’da (1967) filminin kötü adamının o meşhur kahkahası, 3 Dev Adam‘ın akıl almaz senaryosu… Hepsi abartılarıyla unutulmazdır.

Öğrendiğim: Abartıdan korkma. Bazen bir kahkahayı büyütmek, bir sevinci coşkuyla yaşamak, hayatın tatsız anlarına karşı en güzel isyandır.

///

B-filmlerin o dalgalı, cızırtılı dünyasından benim çıkardığım en büyük ders şu: Kusurlarımız, eksiklerimiz ve hatta gülünç taraflarımızla değerliyiz. Büyük prodüksiyonlar, pahalı efektler veya kusursuzluk bir hikaye için şart değil. Asıl mesele, cesaret edip o hikâyeyi anlatabilmek.

“Çünkü bazen en kötü görünen şey, en unutulmaz olandır.”


Resül Efe sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Siz ne düşünüyorsunuz?

Abone ol