İçeriğe geç

AY KÜTÜPHANESİ: Derin Boşluk (Bölüm 3)

Last updated on Ekim 7, 2025

Derin Boşluk

Yağmur yeniden başlamış ve gün boyu durmamıştı. Gri, pis, zifiri bulutlar şehrin üzerine bir katman gibi çökmüştü. Kapalı hava, bitmek bilmeyen sıkıntıların devam edeceğinin habercisiydi.

Doğan, on üç numaralı odadan son kez öğleye doğru ayrıldı. Lavaboya gitti. Aynanın karşısında birkaç kez yüzüne su çarptı. Soğuk floresan ışığı altında gözleri altındaki morluklarını inceledi. Akan musluğu kapattı. Eskimiş su borusundan gelen iç gıcıklayıcı ses, işe yaramayan havalandırmanın gürültüsüne karışmıştı.  Birden ürperdi. Bu ikinci kez oluyordu. İki kürek kemiği arasından tüm vücuduna yayılan bir soğukluk hissetti. Sanki sırtına bir buz kütlesi yaslanmış, tüm ısısını çekiyordu.

Kaskatı kesildi. Destek almak için koyduğu ellerini lavabonun üzerinden kaldırmak istedi ama başaramadı. O sırada bir ses duydu, bir titreme, bir patırtı. Tavandaki floresan cızırtıyla söndü, tekrar yandı, ardından bir gürültüyle tamamen karardı. Aynadaki yansımada floresanın ucunda kırmızı bir parlaklık fark etti. Ne olduğunu anlamaya çalışırken tam o anda yüzünün önünden bir rüzgâr geçti. Başını hızla çevirdi. Küçük havalandırma penceresine doğru. Kapalıydı. Buzlu camdan içeriye yalnızca belli belirsiz soluk bir ışık sızıyordu.

Tüm gücüyle kendini saran o soğukluktan kurtulmaya çalıştı. Beklediğinden kolay oldu. Bir şey olmuştu, garip bir şey, açıklayamadığı. Telaşla kapıya yöneldi, çıkarken kolonun kenarına omzu çarptı. Dengesini kaybetmişti.

Koridor aydınlıktı. Biraz daha güvende hissetti kendini ama hızlı adımlarla yürümeyi bırakmadı. Her adımı bir sonrakini kovalıyor, ama sanki hiç ilerlemiyordu. Panikleyip koşmaya başladı. Koridor uzadıkça uzuyor, arkasında bıraktığı mesafeye baksa da on üç numaralı odaya bir türlü ulaşamıyordu.

Durdu, derin bir nefes aldı. Alnındaki teri elinin tersi ile sildi. Sırtındaki soğukluk yerini sıcak, ağır bir tabakasına bırakmıştı. Elini tokmağın üzerine koydu ve kapıyı sertçe itti. Elini tokmağın üzerine koydu ve kapıyı sertçe itti. Kapı, yaylı menteşesi nedeniyle yavaşça kapatırken, o yatağın başına gelmişti.  Monitördeki yeşil çizgiler normaldi. En azından öyle görünüyordu. Bıraktığı gibi. Sandalyeye oturdu, karısının elini her zamanki gibi tuttu. Eli eskisinden daha soğuktu. Ya da hareketin etkisi ile kendi elleri ısınmıştı. Hangisiydi, bilemedi. Başını yatağın kenarına koydu ve gözlerini kapadı.

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu. Gece yarılanmış olmalıydı. Avuçlarının içinde bir kıpırdanma istedi. İçinden bir şey kayıp gidiyordu. Ellerini biraz daha sıktı. Kaçmaya çalışan neydi? Küçük bir kuş mu? Gözlerinin önünde bir hayal belirdi. Altı yaşlarındaydı. Avuçlarında kanadı kırık bir kuş çırpınıyordu. Acısına aldırmadan kurtulmaya çalışıyordu insanoğlundan. Ellerini gevşetti, kuşun çırpınarak yere düşüşünü gördü.

“Bırakmamalıydım” diye geçirdi içinden. “Bırakmamalıydım.”

Sonra bir başka ses yankılandı kulaklarında. “Belki de bırakmalı”.

Birdenbire gerçeklik onu kendine çekti. Ellerinin arasında, karısının eli vardı.

“Hareket ediyor olabilir mi?” diye düşündü.

Kafasını kaldırdı. Pencereden içeriye dolan beyaz soluk bir ışık karısının yüzüne vuruyordu. Zaten beyaz olan yüzü şimdi daha da beyaz neredeyse, şeffaftı.

Kulaklarına korkunç, ince ve uzun bir ses çalındı. O ses… Hızla monitöre baktı. Yeşil, hareketli çizgiler, düz bir hatta dönmüştü.

Ellerini biraz daha sıktı. Nasıl tepki vereceğini bilemiyordu. Kalkıp bağırmalı mıydı, doktoru mu çağırmalıydı, yoksa hemşire çağrı butonuna mı basmalıydı? Aklı durmuştu. Aklında dolanan tek düşünce karısının elini bırakmaması yönündeydi. Hayır, bu bir düşünce değil, bir histi. Sanki bıraktığı anda…

Işığın içinden süzülen bir damla, yatağın tam üzerinde durdu. Karısının üzerine doğru yavaşça indi. Olanları hayretle izliyordu. Aklındaki her şey uçmuştu. Yardım isteme fikri bile. Damla büyüyüp genişledi, karısını tamamen içine aldı. Elleri de onunla birlikte damlanın içindeydi. Yüzeyi kadife gibi yumuşak ve pürüzsüzdü. Korktu ama karısının elini yine de bırakmadı.

Damla ellerinden bileklerine, oradan omuzlarına doğru yayıldı. Boğulacağını düşündü ve derin bir nefes aldı. Tüm vücudu artık damlanın içindeydi. Birkaç saniye sonra dayanamadı ve ciğerindeki tüm havayı dışarı püskürttü. Damla esnedi ama patlamadı.

Karısıyla birlikte kendisi de damlanın içindeydi. Dışarısı bulanıktı. Damlanın çeperinde ışık kırılıyor, renkler birbirine karışıyordu. Birkaç kez derin nefes aldı. Önce korkuyla, sonra alışarak. Sonra normale döndü. Damla yavaşça hareket etmeye başladı. Bir sağa, bir sola. Ardından yukarıya doğru yükselmeye başladı.

Odayla birlikte her şey hareket ediyordu. Sandalye, yatak, cihazlar, tüpler… Bir süre sonra ayaklarının yere değmediğini fark etti. Birdenbire odadaki her şey büyümeye başladı. Tüm oda. Sanki büyüyen oda değil, küçülen onlardı.

Damla hızlandı. Camdan geçti, yağmurun arasından süzüldü. Karanlık bulutlarından sızan bir huzmeye tutundu. Yağmur damlaları aşağıya inerken, onlar yukarı çıkıyordu. Huzmenin kaynağını görememişti Doğan. Görünmeyen bir el onları yukarı çekiyor gibiydi. Kendilerine benzeyen diğer baloncuklarla birlikte.

Aşağıda şehir küçüldü, silindi. Binalar, yollar, okyanuslar, karalar. Sonra etrafını beyaz bir duman kapladı, ardından karanlık. Bir griliğe doğru çekiliyorlardı. Dünya, yuvarlak bir mavi küre olarak altlarında duruyordu.

“Bu… Ay olmalı,” diye geçirdi içinden.

Hayretler içindeydi. Merakla etrafını izliyor, karısının elini daha da sıkı tutuyordu. Her zamanki gibi yanında arkasında olması ona cesaret veriyordu.

Kendilerine kılavuzluk yapan huzmesi Ay’ın etrafında dolandı, karanlık yüzüne doğru yöneldi.  Onunla birlikte dönmeye başladılar.

“Çinlilerin aracı mı bu?” diye düşündü, yüzeyde hareket eden bir noktayı görünce. Damla Ay’ın kuzeyine doğru yöneldi. Hızla yere doğru yaklaşıyordu. Çarpacaklardı.

Üç, iki, bir…

Karısının ellerini dudaklarına yasladı. Hala soğuktu. Daha da soğuk. Gözlerini kapadı.

Çarpışma olmadı. Her yer zifiri karanlıktı. Karısının eli hala elindeydi. Etrafını saran damla da yoktu artık hissedebiliyordu.

Bir boşluktaydılar. Derin, sessiz bir boşlukta.


Resül Efe sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Siz ne düşünüyorsunuz?