İçeriğe geç

AY KÜTÜPHANESİ: Karanlıkta (Bölüm 4)

Karanlıkta

Hala karanlıktaydılar. Ne kadar süredir burada olduklarını kestiremiyordu Doğan. Bir dakika mı, bir gün mü, bir ay mı? Sanki havada asılıydılar. Ayaklarının altında bir zemin vardı ama adım atsalar düşecekmiş gibi hissediyordu. Sırtlarını yasladıkları duvara olabildiğince daha sıkı yaslanıyordu. Soğuk, kemiklerine kadar işlemişti.

Doğan zifiri karanlıkta hala karısını göremiyor, yalnızca avucunun içindeki eli hissediyordu. Avucundaki hafif sıcaklık olmada, yanında olduğundan bile emin olamazdı. Diğer eliyle duvarı yokluyor, küçük adımlarla etrafını yokluyordu. Sanki dar bir çıkıntının üzerindeydi. Ayaklarıyla yeri yokladığında hep boşluğa düşüyor, geri çekiyordu.

Karısı hiç konuşmamıştı. Tıpkı hastanendeki gibi. Sessiz, ama oradaydı. Karanlığın içinde bir başka karanlık gibi. Onun varlığını ispatlayan tek şey, avuçlarının içindekiydi.

Doğan avucunun içindekine güveniyordu.

Sırtlarını verdikleri duvar yavaş yavaş soğumaya başladı. Oysa bir süre önce tahammül edilebilir bir sıcaklıktaydı. Derken uzaktan bir su sesi duyuldu.

“Ay’ın içine girmiş olmalıyız” diye düşündü.

“Yüzeyinde değil, içinde olmalıyız. Eğer yüzeyinde olsaydık en azından bir ışık olurdu. Bir yıldız, bir parıltı.”

Astronomiyle anlamazdı. Herkesin bildiği kadar bilirdi. Orada nefes alamazdı. Ama alabiliyordu. Belki bir rüyaydı. Ya da ölümün içindeki bir ara durak.

“Saçmalığın daniskası,” diye mırıldandı ama hiçbir şeyden emin olamıyordu.

Soğuk yavaş yavaş artıyordu. Çenesi titremeye başladı. Sonra tüm vücudu.

“Güneşten uzaklaşmış olmalıyız” dedi kendi kendine. “Ay’ın içindeysek… öyle olmalı.” Kelimeleri boşlukta yankılanmadı. Karanlık, sesini yuttu. Tıkırdayan çenesinin sesini bile.

“Çok soğudu” dedi karısına doğru. “Gel yanıma gel.” Avucu içindekini kendine çekti. Bir karanlık, başka bir karanlıktan ayrılıp ona doğru geldi. O olmalıydı. Kokusu, sessizliği, ellerinin biçimiyle tanıdı onu. Sarıldı. Hem kendini hem onu ısıtmaya çalıştı. Ama artık ikisinin de titremesi ayırt edilmiyordu.

Su sesi yeniden duyuldu. Ayakların altında bir ıslaklık hissetti. Soğuktu. Gerçek olamayacak kadar. Yavaş yavaş yükseliyordu.

“Gel git olmalı” dedi alçak sesle. “Ne kadar yükselecek acaba?”

Cevap gelmedi. Karısı konuşmadı. Su dizlerine kadar gelmişti. Islanmasın diye karısını kucağına almak istedi ama yapmadı. Ona sıkıca sarılmış bırakmak istemiyordu. Tüm vücudu kolları arasındaydı. Birbirlerine mühürlenmiş gibiydiler.

Bir dalga geldi ve su boyunu geçti. İkincisi daha şiddetliydi ve üçüncüde artık bastıkları zemin ayaklarının altından kaymıştı.

Tamamen suyun içindeydiler. Yukarıda mı aşağıda mı, sağda mı solda mı bilemiyordu. Yönü şaşmış tamamen ağırlıksızdı. Nefesi ciğerlerinden taşmak için baskı yapıyordu. Nefesini bırakmak için ağzını açtı, su içine hızlıca doldu. Kapatmak istedi ama geç kaldı.

Su tatlıydı. Yutmadı. Ne kadar yutabilirdi ki? Ama içinden bir ses “yutabilirsin” diyordu. Ve o his, her zamanki gibi haklıydı.

Karısına daha sıkı sarıldı. Elini bırakmış, tamamen onu kavramıştı. İyice göğsüne bastırdı ve derin bir nefes aldı. Son bir kez.

Ve içindeki bütün havayı, yavaşça bıraktı.


Resül Efe sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Siz ne düşünüyorsunuz?