İçeriğe geç

AY KÜTÜPHANESİ: Ölüm Koğuşu (Bölüm 1)

AY KÜTÜPHANESİ

… çünkü onlar, Tanrı’nın yeryüzündeki yaratıklarına koyduğu sınırları çiğnemiş, insanlığın dışına taşmışlardı.

Jules Verne Ay’a Yolculuk

Ölüm Koğuşu

Yağmur yeni dinmişi. Hızla hareket eden bulutlar üstlerindeki son damlaları döküyordu şehre. Camdaki damlaların sesi değil, koridordan gelen boğuk konuşmalar uyandırmıştı Doğan’ı. Başını kaldırdı. Kapı camından içeriye vuran soluk ışıkta belli belirsiz, yeşil çarşafın üzerindeki yüzünün izini gördü. Gözünün burnunun ve ağzının temas ettiği yerde ufak bir koyuluk vardı. Göz ucuyla monitördeki yeşil çizgilere baktı. Her şey olağandı. Makinanın sesinde bir anormallik yoktu. Elinde tuttuğu karısının eli hâlâ soğuktu. Aylardır bilinci kapalıydı. Yüzü çökmüş, gözlerinin altı morarmış, başında saçtan eser kalmamıştı.

Ayağa kalktı, gerindi. Oturduğu sandalye gıcırdadı. Bu ses vücudundan mı geldi emin olamadı. Aynı anda eklemleri sızladı. Kendisini toparladıktan sonra dikkatlice karısının başındaki tülbendi düzeltti. Bu yüze öylesine alışmıştı ki, gözlerini kapadığında hep onu görüyordu; bu yorgun, soluk yüzü.

Kapıya yöneldi. Küçük dikdörtgen camdan koridora göz attı, ardından sessizce dışarıya çıktı. Karşı çaprazındaki 12 numaralı odanın kapısı açıktı. Kapının aralığından gölgeler telaşla hareket ediyordu. İçeriden gelen seslere kulak verdi.

“Durumu nedir?”

“Solunumda zayıf, nabız düşük.”

Koridorun loş ışığında aceleyle biri daha 12 numaralı odanın kapısına doğru yürüdü. Koridorda bekleyen Doğan’ı görünce irkildi ama zaman kaybetmeden içeri girdi.

“Ne olmuş?”

Doğan bu sorunun üzerine olan biteni görmek için başını kapıya doğru uzattı.

“Yine bir atak. Tam da uykumun ortasındaydım. Her nöbette aynı. Ölecekse ölsün artık.”

Yataktaki yaşlı kadının inlemeleri duyuldu.

“Ne yapıyoruz bu durumda?” içeriye giren kadın söylemişti bunu.

“Yani elimizden gelen her şeyi yaptık. Bir iyileşme görmedik. Çocukları bile uğramaz oldu. Ölecek, o kesin ama neyi bekliyor bilmiyorum.” Sesinin dozu bir perde daha yükseldi. “Pencereyi açar mısınız biraz hava girsin içeriye. Belki pencere açıkken Azrail daha çabuk girer.”

Bir sessizlik oldu. Kalabalıktan birisi istemsizce pencereyi açtı. Islak toprak kokusu doldu, ekşimiş ilaç kokulu odaya.

Kısa boylu sarışın hemşire odadan çıkarken birden durdu. Solunda bir karaltı gibi Doğan duruyordu. Korktu mu, yoksa az önceki cümlelerden mi uyandı bilinmez öylece kalmıştı. Doğan’ın da bugün insanları korkutmakta üstüne yoktu.

“E, Doğan Bey. Bir sorun mu var?”

Doğan cevap vermeden koridorda uzun bir bip sesi yankılandı. Oda içinde dolanan görevliler birdenbire yatakta yatan yaşlı kadının başına toplandı. Hatta karşısındaki ufak tefek kadın aniden kaybolmuştu. Kısa suren sessizlik, şimdi kendini telaşlı bir koşuşturmaya başlamıştı. Koridorun başından başka birisi elinde defibrilatör cihazıyla koşmaya başladı. O da Doğan’ı koridorun ortasında hareketsiz görünce aniden durdu ve odaya girdi.

Bip sesi tüm koridora yayılmıştı. O kadar büyümüştü ki sanki tüm odalardan aynı ses geliyordu. Doğan dona kalmıştı. Karısının yattığı odadan da bir sesi geliyordu sanki. Bip uzuyor şekil değiştiriyor tüm anılarını ele geçiriyordu. Hızlıca odasının kapısına gitti. Elini kapının koluna attı ama açamadı. Kalbi sıkışmaya başlamıştı. Derin bir nefes aldı. Uzun bip ağzından doldu içeriye. Bir kulağını soğuk gri boyalı kapıya dayadı ve içeriyi dinlemeye başladı. Uzun bip… uzun bip… uzun bip ve sessizlik…

İçeriye girdi. Her şey bıraktığı gibiydi. Öyle olduğunu düşünüyordu. Odanın tek penceresinin kapalı olduğunu kontrol etti. Kolu iyice sıkıştırdı. Jaluzilerin aralıklarını hiç ışık girmeyecek şekilde iyice kapattı. Camdan içeri dolan soluk koridor ışığı haricinde odayı aydınlatan ekranda hareket eden yeşil bir çizgiydi.

Sandalyesine oturdu. Karısının elini tekrar tuttu. Soğuktu. Isıtmak için hafifçe okşadı. Başını yatağın köşesine koydu. Sanki hiç kalkmış gibi. Dışarıdaki sesler yavaşça uzaklaştı. Bir süre öylece durdu ve hastanenin ürkütücü sessizliğini daha derinden dinledi. Aklına, altmış yıl önce kurulmuş bu hastanede ölen tüm insanlar geldi. Bu kadar ölümün olduğu yerden şifa beklemek biraz garipti. Bulunduğu yer ölüm koğuşuydu ve buradakiler birer birer ölüyordu. Önünde sonunda bu acıyı o da yaşayacaktı. Bu gerçeklik gözlerinden birkaç damlanın akmasına sebep oldu. Karısının elini daha da sıktı. İçindeki tüm yaşam gücünü ona aktarmak istercesine. Eğer bunun bir yolu olsaydı ne olursa olsun hiç çekinmeden yapardı.


Resül Efe sitesinden daha fazla şey keşfedin

Subscribe to get the latest posts sent to your email.

Siz ne düşünüyorsunuz?